31.07.2025
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Emek Büroları Koordinatörü Gamze Taşcıer, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye Maden İşçileri Sendikasının grev kararını "milli güvenlik" gerekçesiyle 60 gün süreyle ertelemesine ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Taşcıer, 2014’ten bugüne kadar Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde madenlerde toplam 1.135 işçinin hayatını kaybettiğini, bunun Türkiye tarihinin en büyük iş cinayetlerinden biri olan Soma faciasının tam üç katına eşit olduğunu belirtti. Aynı dönemde toplam 163.919 madencinin yaralandığını ve işçilerin toplam 2 milyon 90 bin 635 gün boyunca çalışamaz hale geldiğini kaydeden Taşcıer, bu olumsuz tabloyu düzeltmek için kılını kıpırdatmayan Erdoğan rejiminde, grev yasaklarının sistematik hale geldiğini ve bugüne kadar AKP iktidarlarında 22 grevin yasaklandığını, grevi engellenen emekçi sayısının ise 200 bini aştığını ifade etti.
Taşcıer’in açıklaması şu şekilde:
ERDOĞAN ANAYASAYI İHLAL SUÇU İŞLİYOR
Anayasal bir hak olan grev, işçilerin yaşam hakkına sahip çıkma mücadelesinin en somut ifadesidir. Ancak maden işçilerinin daha güvenli, insanca ve adil çalışma koşulları talebiyle aldıkları grev kararı, yine Erdoğan imzasını taşıyan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle “milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu” iddiasıyla 60 gün süreyle ertelendi. Böylece AKP iktidarları döneminde ertelenen grev sayısı 22’ye, bu ertelemelerden etkilenen emekçi sayısı ise 200 binin üzerine çıktı. Anayasa Mahkemesi’nin “grev ertelemesi Anayasa’ya aykırıdır” yönündeki kararlarına rağmen, Erdoğan rejimi her kritik grevde aynı yönteme başvurmaya devam etmektedir.
AMAÇ EMEĞİN ÖRGÜTLÜ DİRENİŞİNİ KIRMAK
Erdoğan’ın müdahaleleri artık idari bir yetkinin kullanımı sınırlarını aşmış, doğrudan doğruya hak gaspına dönüşmüştür. Bugün Türkiye’de toplu pazarlık süreçlerinde grev hakkı sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Bu bakımdan Erdoğan tarafından imzalanan erteleme kararı yalnızca maden işçilerinin grev hakkını gasp etmekle kalmayacak aynı zamanda TÜRK-İŞ’in 500 iş yeri için aldığı grev kararının önünü kesmek için emsal olarak kullanılacaktır.
3 SOMA FACİASINA BEDEL CAN KAYBI
Türkiye'de, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği 2014 yılından bugüne kadar madencilik sektöründe toplam 163.919 emekçi iş kazalarında yaralandı; bu kazalarda tam 1.135 maden işçisi hayatını kaybetti. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra hayatını kaybeden madenci sayısı, Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamlarından biri olan Soma faciasının tam üç katına eşittir. İşçilerin toplam 2.090.635 gün boyunca çalışamaz hale geldiği bu tablo, binlerce emekçinin bedeninden, sağlığından ve yaşamından çalınan günlerin acı bilançosudur. Her bir gün; yerin metrelerce altında yaşam mücadelesi veren bir emekçinin çektiği fiziksel acıyı, ailesinden ayrı kalmanın yarattığı duygusal yükü, kalıcı sakatlıkları ve derin psikolojik travmaları temsil etmektedir.
MİLLİ GÜVENLİK ERDOĞAN’IN KEYFİNE GÖRE BELİRLENEMEZ!
Türkiye’de her hafta ortalama 285 maden iş kazası yaşanıyorken ve her ay yaklaşık 9 madenci hayatını kaybediyorken madencilik sektöründe alınan grev kararının milli güvenliği tehdit ettiği yönündeki iddia mantık dışı ve gülünç derecede abartılıdır.
Zira madencilik sektöründe binlerce işçinin her yıl yaralanmasına, onlarcasının hayatını kaybetmesine, aylarca işe gidemez hale gelmesine rağmen, sorumlular ne yargı önüne çıkarılmakta ne de gerekli önlemler alınmaktadır. Buna karşılık, bu ölümcül koşullara ses çıkaran ve hakkını arayan işçiler "tehdit" olarak damgalanmaktadır.
Ayrıca, sorulması gereken çok önemli sorular da bulunmaktadır. Maden sektörü gerçekten "milli güvenlik" açısından kritik bir iş koluysa; o hâlde Covid-19 salgınının etkilerinin en yoğun hissedildiği 2020-2022 yılları arasında 246 maden işçisinin yaşamını yitirmesi neden milli güvenlik sorunu olarak görülmemiştir?
Aynı dönemde 49.246 maden emekçisinin iş kazalarında yaralanmasına neden olan ihmaller ve bu ihmallerin sorumluları, milli güvenliği ihlal etme suçu işlememiş midir? AKP iktidarının bu sorulara verecek cevabı yoktur. Çünkü kararlar Erdoğan’ın keyfine göre alınmaktadır.
BEDELİ HEP EMEKÇİLER ÖDÜYOR
İş kazalarının ağır bedelini ödeyen işçilerdir. Grev hakkının engellenmesiyle ortaya çıkan faturayı da yine işçiler sırtlayacaktır. Sağlığı zarar gören, geçimi sekteye uğrayan, geleceği belirsizleşen emekçiler, siyasi tercihler nedeniyle defalarca mağdur edilmektedir.
Bir ülkede: işçiler her yıl on binlerce gün iş göremez hale geliyorsa, çalışma koşulları düzeltilmiyor, sorumlular korunuyor ve hesap sorulmuyorsa buna karşın bu şartlara itiraz eden, hakkını arayan işçiler “milli güvenlik tehdidi” muamelesine maruz kalıyorsa; o ülkede sorgulanması gereken, haklı taleplerini dile getiren emekçiler değil, bu talepleri “milli güvenliğe tehdit” sayan AKP iktidarı ve tek adam rejiminin tavrı ve zihniyetidir.
Bugün işçinin yaşamını tehdit eden çalışma koşulları olağan karşılanıyor, grev gibi anayasal bir hak olağanüstü bir durum ilan edilerek bastırılıyorsa, bu durum emeğe sırtını dönen, güvencesizliği kalıcı hale getiren, emeği değersizleştiren ve sömüren bir yönetim anlayışının sonucudur.
GREV YASAĞININ ARKASINDAKİ EKONOMİ POLİTİK
AKP iktidarı ve tek adam rejiminin grev yasağıyla elde etmeyi amaçladığı politik fayda, ülke ekonomisini kısa vadeli ve güvencesiz kâr politikalarıyla yönetmektir. Bu politika, emeği ucuzlatma, iş güvenliği yatırımlarını maliyet kalemi olarak görüp reddetme ve iktidarın çıkarlarını koruma hedefi taşımaktadır. Grevlerin yasaklanması, işçilerin hak arayışını bastırarak emek üzerindeki kontrolü artırmayı ve böylece ücretleri düşük, çalışma koşullarını güvencesiz tutmayı amaçlayan bir ekonomik tercihin ürünüdür. Bu yaklaşım, insan hayatını ekonomik bir değişken olarak gören, emekçiyi korumak yerine kendi çıkarını koruyan Tek Adam Rejiminin, sürdürülemez ve insani olmayan siyasetinin tezahürüdür.
BAKAN ETKİSİZ VE YETKİSİZ
Erdoğan tarafından imzalana söz konusu grev ertelemesi, ayrıca bir gerçeğe de işaret etmektedir. Kamu Çerçeve Protokolü görüşmeleri sırasında müzakere masasından yarım saat izin isteyerek kaçan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın aslında hiçbir etkisi ve yetkisinin olmadığı bir kez daha kanıtlanmıştır.
Grev yasağında olduğu gibi, emekle ilgili temel kararlarda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yalnızca tabeladan ibarettir. AKP iktidarı ve tek adam rejimi, çalışma hayatını doğrudan Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle şekillendirmekte, bakanlar yalnızca bu tek adam düzeninin işlevsiz birer unsuruna dönüşmektedir. Bu durum, devlet yönetiminin kurumsal çöküşünün ve tek adam rejiminin keyfiliğinin en somut örneğidir.
KAMUSAL SORUMLULUK EMEKÇİNİN YANINDA OLMAYI GEREKTİRİR
Kamusal sorumluluğun başlangıç noktası, emeği susturmak ya da baskı altına almak olamaz; kamusal sorumluluk önce insan yaşamını korumaktır. Gerçek anlamda milli güvenlik, insanın can güvenliğinin, emeğin ve temel hakların korunmasıyla sağlanabilir. Bu nedenle siyasi iradenin önceliği, işçinin hayatını tehdit eden koşulları ortadan kaldırmak ve çalışma yaşamını insanca koşullara kavuşturmak olmalıdır.
Bu tabloyu değiştirmek mümkündür. İşçinin emeğinin değer gördüğü, grev hakkının yasaklanmadığı, sendikal örgütlenmenin özgürce gerçekleştiği, çalışma koşullarının insanca ve güvenli olduğu bir Türkiye mümkündür. Bizim mücadelemiz, hak aramanın suç sayılmadığı, emeğin değersizleştirilmediği ve güvencenin esas alındığı bir Türkiye'yi kurmak içindir. Yalnızca ekonomik büyümeye odaklanmayan aksine insanca yaşamanın ve onurlu çalışmanın öncelendiği Emeğin Türkiye’sini mutlaka kuracağız. Bu, tüm emekçilere sözümüzdür.